dİRİLİŞ
“Değişim” öyle kolay gelmiyor insanın
hayatına. Kıyaslanacak herhangi bir durum da bulamıyor naçizane fikri düşüncem.
Ama yine de diyebilirim ki insan bunu istemeli, hem de yürekten, öyle
sözcüklerin omzuna yüklenebilecek cinsten bir durum değil bu “yıkım”dan doğan
diriliş…
Bundan tam 1 yıl öncesine
dayanıyor aslında hikayem. Bir buhran döneminin tam orta yerinde oradan oraya
savruluyordum. Ne bir amacım ne de başka bir yön duygum vardı yaşamaya ya da
gelecek günlerin belirsizliğine dair. “Psikoloji” olarak adlandırdığımız ruhsal
dünyam tamamen bulanık figürlerle dopdolu bir halde tüm varlığımı meşgul
ediyordu. Ne amansız bir haldeymişim şimdi düşününce J
Takip eden günlerin bir
diğerinden hiçbir farkı yokmuş gibi hissetmekle birlikte aslına bakarsanız
aynen öyle idi de. “Carpe-diem” e sürekli inanmış bir ruh olarak bu durumun
beni nasıl rahatsız ettiğini kelimelerle anlatmak neredeyse imkansız geliyor
şimdi bile…
Amaçsız yaşayan ruhların yeryüzünden
nasıl silinip gittiklerine sayısız kez şahitlik etmiştim, şimdi kendi sonumun
da böyle olacağını düşünmek beni içten içe ama en derine işleyene dek
tüketiyordu. Fazlasıyla acıtıyordu. Gerçekle direkt yüzleşmek gerekecekse “uçurumun
kenarına” gelmiştim diyebilirim. O eski benden parçalar buluyordum ara sıra,
nadiren. Yüzümü güldüren her bir anı içimi parçalıyordu, tuhaf. Kendi kendine
yabancılaşmak deyimi bu olsa gerek diye düşünüp duruyordum. “Benim mi Allah’ım
bu çizgili yüz…” diyen şair bir yerlerden tanıdık geliyordu sanki J
Günler günleri (anlamsız günler
deyip hakkını da vereyim) kovalayıp aylardan Eylül’e gelmiştim. Yaz ile
sonbahar arasında sıkışmış, denizin hala tatlı sıcak olduğu yaşanası ay. Ne
güzeldir eylül akşamüstlerinde yeşile boyanmış Akdeniz doğasında yürümek oysa…
Eylül’ün sihrinden mi yoksa
çekilen acının evrimi tamamlandığından mı bilemiyorum bir eylül günü O’nu
gördüm. Daha doğrusu Onun düşüncelerinden fırlayan sözcükleri. Beni etkileyen
tuhaf bir şeyler vardı bu sözlerde. Derin hislerden örülmüş ince bir zekanın ürünü,
daha ilk görüşte farklılığını hissettiğim. Elimden gelse o an hemen O’na koşup
gidecekmişim gibi hissetmeye başlamıştım bir anda. Bana neler olduğunun
farkında değildim ama hissediyordum içimde bir şeyler filizlenmeye başlıyordu,
içimde bir yerlere ben farkında dahi olmadan gizli bir tohumun tohumlarını
ekmişti de ben bundan habersiz kalmıştım sanki…
Artık her sabah diğerinin aynısı
olmamaya, ben günlerden, giderek arttığını fark ettiğim bir “tat” almaya
başlamıştım. Neler oluyordu böyle yahu? J
Bir amacım olacaksa eğer geriye
kalan seyir defterimde bu amacı bulduğuma inanmaya başladığım gerçeği ile
çarpıldığımı hissediyordum. İnsanlardan geriye kalan yalnızca bize
hissettirdikleridir diyordu zamanın birinde birisi (Maya Angelo), haklı olduğunu
O’nu görünce hissetmiştim. Başlı başına bir ilkti O’nun varlığı. Kalıplara
uymayan bir yaşam enerjisi ile beni büyülemişti. Yalnızca sözcükleri de değildi
üstelik beni böylesine O’na bağlı hale getiren; müzikleri bile öylesine sıra
dışı ve birazda benden izler barındırıyordu ki kapılıp gitmemeye direnmek
gelmiyordu içimden. Kelimelerim sözsüz kalıyordu. İçimden yükselen kocaman bir çığlık “bırak
coşkunu” diyerek haykırıyordu…
Onun dünyasında olabilmek gibi
bir dileğin giderek büyüdüğünü biliyordum bende benden ziyade… Zamanın çarkları
bu dileği de mümkün kıldı bir süre sonunda. İnanın bana o anda yeryüzünde
benden daha mutlu bir ruh düşünemiyorum. J J
Beni değiştirdi, fazlasıyla içime
işledi… Eğer bugün içimin mavisi halen yaşamaya hevesli ise bu kesinlikle O’nun
okyanusundandır…
Peki kim midir bu muhteşem
varlık? Bendeki ismi “Angelo” … Belki melekleri kıskandıracak varlığından,
belki de sadece yakıştığından…
İyi ki varsın Angelom ❤